Birkaç senedir ben bu kitap ile çizmeyi öğreniyorum.
Eskiden beri takip edenler mutlaka görmüştür🤓.
Benim gibi çizmek isteyip de nereden başlayacağını bilemeyenler için egzantrik bir kitap.
Mesela adım adım çizgiler yaptırarak, sonunda bir pandaya götürüyor.
Her gün Instagram'a bir çizim koyayım diyorum, hep beraber öğreniriz işte.
Ne dersiniz?
Başlamak için biraz egzersiz yapmak gerekiyor.
Yukarıdaki fotoğraftan başlayarak çiziktirmeye elinizi alıştırabilirsiniz.
Bakın burada da zikzak çalışması ve
zikzaklar ile neler yapılabileceğinin örnekleri var.
Mesela bir kirpi, bıçak veya şimşek :)
Ama çalışmalardan sıkılmak yok.
Sonunda el rahatladığı için, çizim yaparken daha özgüvenli kalem kullanabiliyorsunuz.
Tabi aramızda mutlaka kafadan level atlamak isteyenler olabilir.
Hemen çizeyimciler :)))
Ben de öyle olduğum için anlıyorum.
Ondan Level 2'den de bir sayfa paylaşıyorum.
ArkadaÅŸlar ben bilfiil ve hatta komple
80leri ve 90ları yaşamış bir insan olarak,
modada eskiye dönüş olsa da
bazı parçaları tekrar giyemem.
Buraya Gökhan Kırdar'dan "geriye dönemeeeeemmmm!" parçasını bırakıyorum.
Ay o "yerine sevemeeeemm" miydi yoksa?
Neyse.
Çünkü ben o parçaları baya baya giydim.
Her gün giydim.
Giydim, aynaya baktım, kendimi beğendim.
O kadar beğendim ki zaman zaman kendimden kesme aldım.
Sonra üstünden zaman geçti.
Moda deÄŸiÅŸti, baÅŸka ÅŸeyler giydim.
Arkadaşlar arasında
"ay şunu nasıl giyiyorduk ya, bir de içine şunu giyiyorduk"
diye dalgasını geçtim.
Çekilen fotoğraflara baktıkça ağladım falan.
- Gerçi bu döneme ait bir iki kuul fotoğrafım var.
Onları bulursam buraya ekleyeceğim-
Ondan ÅŸimdi tekrar moda oldu diye
bazı parçalar için "geriye dönemeeeeemmmm!"
1) O "KOT" ceketler
Anladın sen hangisi.
Hani Yaşar Alptekin ve Emrah'ın da giydiği!
2) Balıkçı kazaklar
O kalın, hantal,
boğazı 2 (iki) (two) (deux) defa katlanan kazakları o_O
Yüksek bel bir derece de
3) Yüksek arka cepli jeanler,
O cepler, o cepler neden o kadar tepede?
Şimdi yollarda bakıyorum da, yeni nesli suçlamıyorum.
"80lerin modası tekrar moda oldu" diye giyiyorlar da
biz niye giymişiz özgür irademizle!
Bir de o zamanlardan giymeye başlayıp
ayrılamadığım parçalar var.
Ya da ayrılıp tekrar kavuştuğum.
Çok az da ilk defa giydiklerim.
1)Bomper ceket
Bu ceketlerden hiç ayrılamadım.
Gardrobumda inceli kalınlı, renk renk var.
Senelerin birikimi.
2) Bandanalar
Tabi biz onları başımıza bağlıyorduk daha çok.
İnce olanları da bileğimize.
Åžimdi fular kategorisinden boyuna da geldi.
O leziz oldu.
3) Converse
Onlar zaten hiç gitmedi.
4) Baskılı tshirtler
Aaaa, severim.
5) Spor çoraplar
Bak onlar bana yeni geldi.
6) Casio saatler
Saatler Tokyo seyahatimizde bana geri gelmiÅŸti.
Seneeee 2009.
Benden gitmez de ayrıca.
7) Oversized ceketler
Bunu eskiden hiç giymemiştim.
Geçen sene kendisi ile barıştım.
Durum bu eksende merkez.
Arz ederim.
Umutsuzluğa düşmeden, karamsar düşüncüler içinde boğulmadan,
yanı başımızdaki acılara bir parçamızı vermeden
geçen günümüz kalmadı.
Eskiden(lise-ünv dönemi) gelecek ile ilgili kaygı duyardık.
Ekonomik kriz içinde iş bulma, para kazanma ile ilgili kaygılardı.
Terör çocukluktan beri hayatımızın içindeydi,
gazeteciler öldürülürdü, faili meçhul cinayetler
gözümüzün önünde yaşanır ve öyle kalırdı.
Ya şimdi, aradan yıllar yıllar geçti.
Biz daha da büyüdük.
Çalıştık, evlendik, çocuk sahibi olduk.
Sonrası
"telli turna"nın hard core versiyonu!
"telli turna"nın hard core versiyonu!
Biz büyüdük ve kirlendi dünya!
Şimdi 5 yaşındaki kızım ile her sabah,
yarın ne olacağını bilmediğim bir dünyaya uyanıyorum.
Terör daha da acımasız (evet, daha da)
her şey mantıktan daha da uzak...
Ben bu postu hazırlarken aslında
Lal'in doğum gününden bahsedecektim...
Karamsarlık içimize öyle yerleşti ki
ne kadar mutlu rolü yapmaya çalışsak da
bir sis gibi her yeri sarıyor.
Bu postu da sardı :(
Not: Evet, şimdi "Lal 5 oldu!" başlığını değiştirmem
ve başka fotoğraflar bulmam lazım.
Neyse bulduklarım öyle gözükmese de
aslında tam da yazıyı temsil ediyor;
Kabusun içinde yaşayıp mutlu rolü yapmak.
Kabusun içinde yaşayıp mutlu rolü yapmak.
15 Temmuz'dan 2 hafta sonra,
Lal ile Çeşme'ye annemlerin yanına gittik.
Çok seri şekilde depresyona giren insan olarak
o geceden sonraki halimi anlatmama gerek yok.
Çeşme'ye gelince fark ettim ki, şehrin kasveti burada yok,
ve hayat devam ediyor.
ve hayat devam ediyor.
Sonuç olarak;
"Hayat kısa,
kuşlar uçuyor."
Cemal Süreyya
Pinterest canımın sıkıldığı her anımı,
mutluluğa dönüştürdüğüne göre
bu mutluluÄŸu sizinle de paylaÅŸmak istedim.
Nasıl mutlu ediyor derseniz,
kasvetli ve bir gün sonra nasıl bir ortamda olacağımızı bilmediğimiz
günlerde başka bir dünyanın kapılarını açıyor.
Ve bu dünyada insanların mutlu, eften püften şeyler ile uğraşıyor,
giydiklerini paylaşıyorlar, yediklerini paylaşıyorlar,
tariflerini veriyorlar, kendin yap projeleri üretiyorlar,
sadece fotoğraf çekiyorlar, tavsiyeler veriyorlar...
İşte bu süre boyunca siz de boyut atlıyorsunuz.
Mmmm... gerçekçi olmasa da
bir tatlı huzur almaya geldim Kalamış'tan gibi :)
Mottoları hayatıma geçirmeye çalışıyorum,
üşensem de arada tırnaklar ile uğraşıyorum,
kıyafet için ilham alıyorum,
kıyafetleri giyebilmek için sağlıklı yaşam tüyoları alıyorum,
Lal'in hayatına renk katacak şeyler öğreniyorum.
Siz de Pinterest'e girme sıklığınızı arttırın,
güzel oluyor.
Her hafta ilham verenleri paylaşmayı planlıyorum.
Gerçi insanlar plan yaparken Allah gülermiş o_O
Yukarıdaki fotoğraflar geçen hafta pinlediklerimden seçtiklerim
daha fazlası için Pinterest Doorstepping
2 seneden beri, evdeki eşya kalabalığı üstüme üstüme gelmeye başladı.
Benim ıvır zıvırlarım, Lal'in eşyaları...
Ahmet minimal yaşadığı için evin her yeri bizim eşyalarımız ile doluydu.
Ondan Lal'in küçülen kıyafetleri, yaşı geçen oyuncaklarını
ara ara hep ayıklayıp ablamız Sevilay'a verdik,
o da gittikçe köyündekilere götürdü.
Ben daha az almaya başladım.
Bunda en çok kilonun faydası oldu.
Kilo aldıkça mevcut kıyafetler üstüme olmadı,
yenilerini aldım, onları da kilodan üstüme yakıştıramadım.
Derken kıyafet almaya eskiye nazaran %90 son verdim.
2-3 senedir hiç giymediğim kıyafetlerimi de ara ara verdim.
Ama yine de ev dolu.
Lal büyüdükçe kıyafet de oyuncak da sürekli alınıyor.
Benim de en son kıyafet verdiğimden beri,
kendime saklamaktan vazgeçtiğim kıyafet ve ayakkabılarım var.
Arka balkonu karıştırdım, oradan da bir sürü şey çıktı.
Kitaplarımı zaten hep veriyorum.
Hem grup grup, hem de tek tek, biliyorsunuz.
Ama yine de var, yine de alınıyor...
Ama "Sade" kitabını okuduktan bir atak daha yapmaya karar verdim.
Şimdilik yaptığım, araştırdığım ve
Instagram'da post yaptığımda gelen fikirlerden yola çıkarak
evi ve hayatımı şöyle sadeleştirmeye karar verdim;
1) Lal'in kıyafet ve oyuncakları:
Bunları geçen ay Ottolmak ön ayak olmuştu.
İzmir'deki mültecilere vermiştik.
Bu sefer de aynı şekilde yaparız.
2) Bizim kıyafetler ve ayakkabılar
Bunların bir kısmını yine mültecilere vermiştik.
Tabi kendi koşullarında giyilebilecek olanları.
Hilton'da çalışırken sürekli kıyafet toplardık.
Personel panolarının altına kutular koyardım.
Epey eşya toplanırdı, 2-3 ayda bir
Karşıyaka Belediyesi'ne götürürdük.
Çünkü onlar eşyaları temiz bir şekilde, raflara koyarak,
belediyeye bağlı ihtiyaç sahipleri geldiğinde
insanca dağıtıyorlardı.
Kıyafetleri nereye vereceğimizi ararken
kıyafetleri çöp yığını gibi üst üste dökmüş
bir sürü dernek ile karşılaştım :(
3) EÅŸyalar
Şimdiye kadar eşyaları hep eş-dost ile paylaştık.
Daha da büyük mobilyamsı şeyleri
İzmir ile Karşıyaka Belediyesi 'ne ve Kızılay'a verdik.
Belediyeyi veya Kızılay'ı telefon ile arıyoruz,
1 hafta içinde gelip alıyorlar.
Yine öyle bir şey yapmayı planlarken
Instgaram'dan gelen fikirler daha cazip geldi.
Bir tanesi SadeleÅŸiyoruz ;
Felsefe Köyü inşaatı için Nesin Vakfı'na
bağış malzemesi olarak eşya göndermek.
(Beni haberdar eden Gökşen'e teşekkürler)
DiÄŸeri Hipder ;
Hayvanlar için Projeler Derneği
Bağışlanan ürünleri açık arttırma ile satıp
hayvanlar için kaynak sağlıyorlar.
(Dernekten beni haberdar eden Aslı'ya teşekkürler)
Sizin de bildikleriniz varsa yorum yapabilirsiniz.
Belki başka arayanlar da vardır :)
4) The Others
Şimdiye kadar hiçbir şeyimi satmadım, hep verdim.
Ama şu aşamada zamanında gereksiz aldığım
veya gereksiz bir paraya aldığım şeyleri
değerinden az da olsa satarak elimden çıkarmak istiyorum.
Bu bir şekilde kendi aptallığımı, kendime affettirmek çabası.
Bunun için Let Go ve Gitttigidiyor'u deneyeceğim.
Olmazsa çok da uğraşmam, diğer yöntemlere geri dönerim.
Umarım bir kaç tane satıp ruhumu rahatlatabilirim :))
Åžimdilik durum budur.
Sadelik yolundaki serüvenimi paylaşırım.
Bu garip gurip nesneyi(ayakkabı/terlik tanımlayamıyorum)
2015'te başımıza saran Gucci,
bence MODÖ'nün (Moda Terör Örgütü) elebaşısıdır.
"Ya, tabi tabi" diye dalga geçtiğimiz bu şeyler
kabus gibi 2016'da da giyilmeye devam ediyor.
Bak "loafer"a karşı değilim,
Gucci'yi geçmişten gelen bir duygu ile severim
ama bi dur.
Her ÅŸeye "ooo nays" deme.
Çünkü onun üstüne ne giyersen giy,
(hah sonunda bu nesneye isim buldum;
Loaflik = Terlik + Loafer)
altına loaflik giydiğin sürece olmuyor.
Bak olmuÅŸ mu?
Olmuyor iÅŸte.
Bu olmuÅŸ mu?
Yok, cık, mümkünsüz.
Belki de bizdeki "külhanbeyi kültürü"nden içim ısınmıyor.
Bunlarda yumurta topuk ayakkabısının arkasına basan
mahalle abileri hiç olmamıştır herhalde.
Niye her şey bizim başımıza geliyor!
O zaman şöyle yapalım,
onlar giysin biz giymeyelim ha?
Boyumuz da müsait değil zaten.
Dümdüz giyince iyice bastı bacak oluyoruz.
Özellikle Sibelcan'ın oğlu hiç giymesin :(
Onunda fotosunu koyayım dedim de
kalbim dayanmadı!
Merak eden şu linkten baksın :))
Foto: bagaholicboy, krystalschlegel, thefashionfraction, modernlegacy, harpersbazaar, wmagazine, tattyfrankland
2015'te başımıza saran Gucci,
bence MODÖ'nün (Moda Terör Örgütü) elebaşısıdır.
"Ya, tabi tabi" diye dalga geçtiğimiz bu şeyler
kabus gibi 2016'da da giyilmeye devam ediyor.
Bak "loafer"a karşı değilim,
Gucci'yi geçmişten gelen bir duygu ile severim
ama bi dur.
Her ÅŸeye "ooo nays" deme.
Çünkü onun üstüne ne giyersen giy,
(hah sonunda bu nesneye isim buldum;
Loaflik = Terlik + Loafer)
altına loaflik giydiğin sürece olmuyor.
Bak olmuÅŸ mu?
Olmuyor iÅŸte.
Bu olmuÅŸ mu?
Yok, cık, mümkünsüz.
Belki de bizdeki "külhanbeyi kültürü"nden içim ısınmıyor.
Bunlarda yumurta topuk ayakkabısının arkasına basan
mahalle abileri hiç olmamıştır herhalde.
Niye her şey bizim başımıza geliyor!
O zaman şöyle yapalım,
onlar giysin biz giymeyelim ha?
Boyumuz da müsait değil zaten.
Dümdüz giyince iyice bastı bacak oluyoruz.
Özellikle Sibelcan'ın oğlu hiç giymesin :(
Onunda fotosunu koyayım dedim de
kalbim dayanmadı!
Merak eden şu linkten baksın :))
Foto: bagaholicboy, krystalschlegel, thefashionfraction, modernlegacy, harpersbazaar, wmagazine, tattyfrankland
Tam "Nasıl Zayıflayamadım" postu yazacaktım ki
zayıflamaya başladım :))
Nasıl anlatsam, nerden başlasam?
Gerçi daha önce bu süreç ile ilgili bir şeyler yazmıştım.
Kısacası
2010'da hamileydim
2011'de 75kg ile doÄŸurdum.
Doğum yaptığım hafta 10kg kendiliğinden gitti.
2012 - 2013'te ve 2014'ün ilk aylarında 60-63kg arası gezindim.
2011 (doğum yaptıktan 3 ay sonra)
2012
2013
2014'ün ilk aylarından itibaren ibre yukarı çıkmaya başladı.
Deliler gibi yemeye başladım.
Aslında ben hep "erkek porsiyonu" yerdim ama bu başka bir şey,
"yeme" diyenle kavga ediyordum.
Kilo hem umrumda değil, hem de aşırı umrumdaydı...
Çok sinirim bozuluyordu.
Yerken aşırı mutlu oluyor, yemek bittiği anda ölümüne pişmanlık duyuyordum.
Kendime yükleniyordum.
Bu biraz hafif kaldı, kendime küfrediyordum.
AÄŸustos 2014
İşte kilo almaya başladığım ilk zamanlar.
Haziran 2014'ten itibaren geriye dönmemek üzere
65kg nun üstüne çıkmaya başladım.
Åžekil a, bacaklar ÅŸiÅŸmeye,
yüz genişlemeye, gıdı çıkmaya başladı.
Acaba niye? Neden yani?
Doğum yaptıktan sonra daha zayıfken,
3 sene sonra niye şişmeye başladım?
Ekim 2014
2014'ün başları idi, annem kendi doktoruna kontrole gidecekti,
"sende benimle gelsene" dedi.
Doktor ile ahbap gibi olduğumuz için konu konuyu açtı.
Adam sonunda benim anlattıklarımdan yola çıkarak;
"sende insülin direnci ve haşimato olabilir,
kansızlık, kalpte düzensizlik de diyerek elime bir ton test tutuşturup gönderdi.
Neyse testleri yaptırdım. Hakikaten insülin direnci çıktı.
Daha da bir sürü şey...(şimdi konudan çıkmayalım)
Sonuç olarak ilaçlar verildi.
Ben, günde bir tane ilacı hatırlayıp içemeyen insan,
4 tane ilaç ile başbaşa kaldım.
2014'ün başları idi, annem kendi doktoruna kontrole gidecekti,
"sende benimle gelsene" dedi.
Doktor ile ahbap gibi olduğumuz için konu konuyu açtı.
Adam sonunda benim anlattıklarımdan yola çıkarak;
"sende insülin direnci ve haşimato olabilir,
kansızlık, kalpte düzensizlik de diyerek elime bir ton test tutuşturup gönderdi.
Neyse testleri yaptırdım. Hakikaten insülin direnci çıktı.
Daha da bir sürü şey...(şimdi konudan çıkmayalım)
Sonuç olarak ilaçlar verildi.
Ben, günde bir tane ilacı hatırlayıp içemeyen insan,
4 tane ilaç ile başbaşa kaldım.
Eylül 2015
Biraz sıkıntı, biraz bunalım, biraz boş vermişlik,
çokça unutkanlık ile
1 sene boyunca ilaçları adam akıllı içmedim.
Bu nedenle doktor kontrollerinden de kaçtım.
Hatta bir keresinde doktor aradı niye gelmiyorsun diye :(
Nisan 2014'ten Aralık 2015' kadar ilaçları doğru düzgün içmedim.
Ve 70kg'ya vurdum.
Ve 70kg'ya vurdum.
Yolda gören arkadaşlarım,
"Çağrı ne oldu sana?" demeye başladı.
İnsülin direnci olan bir arkadaşım, yolda her gördüğünde
kendi doktoruna gitmem için söylenip durdu.
"Çağrı ne oldu sana?" demeye başladı.
İnsülin direnci olan bir arkadaşım, yolda her gördüğünde
kendi doktoruna gitmem için söylenip durdu.
Ekim 2015
Evet biraz mankafalıyımdır.
En sonunda Aralık 2015'te bahsettiği doktora gittim.
Ä°lk doktorum babacan, bu ise gayet net ve sertti.
Direk "Şu an ilaçlarını içmeye başlayıp yediklerine de dikkat edersen
insülin direncinden kurtulursun" dedi.
"Zayıflamazsan gelme" diye, 4 ay sonraya randevu verdi.
"Şeker hastası olmak için uğraşıyorsun" diye de azarladı.
Kasım 2015
Bu aşağıda görmüş olduğunuz foto aslında gizlediğim fotolardan.
Fotoğrafın çekildiği tarih, tam olarak doktorun randevu verdiği tarih!
Ve ben kilo vereceğime 3kg daha alıp
73kg'ya vurmuÅŸtum.
İlk "Spontane Natura" zamanı.
En mutlu olup, arkadaşlarımla bol bol fotoğrafla çektireceğim zamanda
"ay beni çekmeyin, ben arkada olayım,
aman benim yarım çıksa yeter" gibi espriler ile günü kapamaya çalışıyordum.
Mart 2016
DeÄŸer mi? DeÄŸdi mi?
Şu an çok pişmanım, değmedi tabi ki.
Ama insülin direnci öyle bir şey ki
insanda irade diye bir şey bırakmıyor.
Yemek konusunda şeytandan emir alıyormuşsun gibi bir şey!!!
Ve eğer "şeker ilacı"nı içmezsen
kendine yemek konusunda asla söz geçiremiyorsun.
Çark içeride farklı dönüyor.
Ve bir bakıyorsun yine yemişsin, yine yemişsin.
2015 ve 2016'ya ait o kadar az fotoğrafım var ki :(
Ya hiç çekilmemişim, ya çekildiklerimi silmişim,
ya da dediğim gibi yüzümün yarısını çekmişim.
Ondan fotoğraflı anlatım burada sona eriyor.
Bu fotoğrafı da bir ara Pinterest'ten indirmişim.
Çok özenmişim.
İndirirken "sadece kızım ile böyle olmak istiyordum"
diye düşündüğümü hatırlıyorum...
(bir yerde yayınlayacağımı düşünmediğim için
foto kaynağının bilgisini not etmemişim, bilen varsa yazabilir)
Velhasıl,
Natura'daki fotoğraflarımdan sonra yavaş yavaş harekete geçmeye başladım.
Ama dediğim gibi mankafa olduğum için
dura kalka bir hareketlenmeydi.
Yanlış hatırlamıyorsam Natura'dan birkaç ay önce
Studyo Mayra'da kundalini yogaya başlamıştım.
Nisan'da Hale ile reformera başlamıştım,
zaten Hale'den atıştırmalıklar da alıyordum.
Yine aynı dönem ilacımı içmeye başladım.
Yine unuta unuta ama eskisinden çok daha iyi bir performans ile.
Ve böylece fark etmeden 3kg gitti.
Haziran 2016'da adam gibi sabah-akşam şeker ilacımı içmeye başladım
Unutmadan!!!
Akşamları minimum unutma ile kan hapımı içmeye başladım.
(kansızlık da kilo vermeyi zorlaştırıyor)
Haziran'ın sonunda Kopenhag'a gittik.
Orada her gün minimum 10.000 adım attım.
Sürekli hamurişi yemiş olsam da kilo almadan geri döndüm.
Sonra Şakran'a gittik, orada da ikinci babamın (yanlış anlaşılma olmasın kayınpeder)
her akşam yaptığı yürüyüşe katıldım.
İlaç içmeye devam ettiğim için
artık Şakran'daki çikolata çekmecesinin dibini de bulmuyordum.
Üstüne idare eder bir düzeyde hareket
ve ilaç ile bir hafta daha geçirince 3kg da böyle gitti!!!
Åžimdi 67kg'yum!
Ve çok mutluyum.
:( Ara ara aÄŸlamak istiyorum :)
Bu yazıyı neden yazdım?
Benim gibi yeme krizine giren biri varsa,
acıkınca gözü dönüyorsa,
yeme diyenlere düşman oluyorsa,
aniden veya sinsice kilo aldıysa,
kilo artışı inişli çıkışlı değil, hep yukarı doğru ise...
İnsülin Direnci başlamış olma ihtimali çok yüksek.
Doktora gidip derdinizi bir an önce anlatın,
şeker yüklemesi yaptırın(uzun süreninden)
ilaçlarınızı da mutlaka her gün verilen saatlerde için!
Benim yaşadıklarımı siz yaşamayın.
Not: Geçmişte arkadaşımla birlikte yazdığım bir yazı vardı.
Buradan da zayıflamaya yardımcı öneriler
ve Sassy Suyun tarifini bulabilirsiniz.
Ne yapacaktım?
Bu ay kullandığım bakım ürünlerini mi yazacaktım?
Onların 1 ayda kullandığı ürünler ile
ben tüm yaşamımı geçirdiğimi ortaya mı çıkartacaktım?
Rezil mi olacaktım?
Rezil olacaksam kendi yöntemim ile olaydım!
Oldum da.
Başlıyorum.
Çok bakımsal bir insan değilimdir.
Bakımlı yani.
Ama tabi hayatta kalmak için bir şeyler yapmak durumundayım.
Doğal olarak bunların olabildiğince pratik olması gerekiyor.
Yani benim bile yapabileceğim türden kolay ve dertsiz.
Ä°ÅŸte bunlardan ilki ojeler.
Uzun denemelerden sonra,
en kabiliyetsiz insanın bile sürebileceği ojeleri buldum.
Rimmel markasına ait ojelerin fırçası çok kalın ve sıkı.
Böylece neredeyse 2 sürüşte tüm tırnak kaplanmış oluyor.
Lalaaaa!
Bu sene Koton'da benzer bir fırça ile oje koleksiyonu çıkardı.
Renk yelpazesi de çok geniş.
Gelip gidip bir rengini alıyorum, çok da memnunum.
İkincisi saçlar.
Hayatım boyunca kısa saçlıydım.
Bakınız eski postlar.
3 defa saçım normal kız boyutunda uzadı,
hepsi de kendime "en hiç" bakmadığım dönemdi.
1) liseye geçerken
2) üniversiteye hazırlanırken
3) hamileyken
Hamileyken uzayan saçlar bende kaldı.
Kestirirsem, her sabah saçlarımı yapmak için
zaman ayırmam gerekir diye çok kestiremedim.
Sonuçta uzun saçı topuz yapıyorsun, oh bitiyor.
Neyse, saçlarımın bir dezavantajı da ince telli olması.
Hemen karışıyor.
Banyodan sonra açmak için spreyle dahi uğraşmak gerekiyor.
Bende de sabır yok, fırça ile dalıyorum.
Sonuç olarak da hatur hutur kırılıyor.
Gratis'de dolaşırken saç bakımı için bir şeylere bakıyordum.
Hemen hemen hepsi banyodan sonra ıslak saça şöyle böyle uygulanıyordu.
Benim de öyle bir zamanım yok.
Olsa saçımı düzgün tararım, kırılmaz yıpranmaz zaten.
Sonra Pantenne'in onarıcı ve koruyucu serumunu buldum.
Kuru saça uygulanıyor yazıyordu.
İşte tam bana göre diyip aldım.
Şimdi çantamda duruyor.
Aklıma gelince çıkarıp saç uçlarına sıkıyorum.
Bu da haftada 3 güne falan denk geliyor.
Bu arada bu tarağı da yeni keşfettim.
Tangle Teezer markasının, uygun fiyatlı versiyonu; Swissco.
Bloglarda okuduğuma göre 2sinin arasında çok bariz bir fark yokmuş.
O halde uygun fiyatlı olanı alıp deneyeyim dedim.
Mucize!
Kendimde ayrı, Lâl'in saçlarında ayrı memnun kaldım.
Tarama(yani saç açma süremi) 3'te 1'e indirdi.
Ve yüz.
Caudalie'nin detoks maskesi bir eczane alışverişimde karşıma çıktı.
Birkaç şey sorduğum uzman, daha sonra yanıma gelip
bu maskeyi yapmamı önerdi.
Ben de ona "makyajı bile çıkarmıyorum, maskeyi asla yapmam" dedim.
"Gözenek ve siyah noktaları fark ettiğim için ısrar ediyorum zeten" dedi.
"İşe yarıyor olabilir de ben kullanmam" dedim.
Kim daha inat diye uğraşıyorduk.
"Kullanmazsanız getirin, ben kendim alırım, kullandığım ürün" dedi, aldım.
O daha inatmış :))
Bu hafta 2 defa yaptım.
Memnun kalmasam 2.yi yapmazdım diye düşünüyorum.
Geri götürmeyi düşünmüyorum :))
Son olarak da diÅŸ.
24 saatin neredeyse 20 saati bir ÅŸeyler yiyen insan olarak
diş fırçalamanın bir etkisi olmuyor.
Fırçala akabinde ye, iç.
Bu gece de böyle, yataktan kalkıp kalkıp yemek yiyorum.
Bu minicik diş macununu dişi beyazlatma özelliğinin yanında
doğal olması ile de dikkatimi çekti.
Deniz tuzu ve minareller ile geliÅŸtirilmiÅŸ konsantre bir diÅŸ macunu.
Fırçaya pirinç tanesi kadar koyuyorsunuz.
Sigara kullanmadığım için ve çay-kahve de
gün içinde 1den fazla içmediğim için ben etkisini görüyorum.
Bilmiyorum başkalarını nasıl etkiler?
Bunun da markası Dead Sea Spa Magik.
Aslında bir kaç pratik bakımım daha var.
Onları da toparlar bir ara yazarım.
Åžimdilik bu kadar :)
Bundan 1,5 sene önce Cirtlakpupe Ayça ile
İzmir'de bir tasarım pazarı düzenlemek üzerine konuşup duruyorduk.
İstanbul'daki etkinlikleri büyük bir beğeni ile takip ediyor,
İzmir'de niye olmuyor diye söyleniyor,
sonra "Biz yapmazsak kim yapacak?" sonucuna varıp
Küçük çocuklara sahip 2 anne için bu fikir gerçek ile hayal arasında gidip geliyordu.
Sonuçta da gerçekleşemeden koca bir kış geçti.
Sonra Ceren ile tanıştım.
Bir kaç blogger etkinliğinde kısa sohbetler ettikten sonra
bir gün uzun uzadıya muhabbet etmek için buluştuk.
Bir kaç saatlik sohbetten sonra,
kalktık ve yürümeye başladık.
Ayrılmak için sokak başında durduğumuzda Ceren'e
"bizde Ayça ile tasarım pazarı düzenlemek istiyorduk
ama bir türlü gerçekleştiremedik" dedim.
"Neden ki, istersen yaparız" dedi.
Ben de "oooh yeah, tabi tabi, yapalım, hadi o zaman" falan dedim.
Çünkü yine konuşup konuşup gerçekleştiremeyeceğimizi düşünüyordum.
Ceren bir gün sonra Çeşme'den aradı "Yeri ayarladım, Sen naptın?"dedi.
Kanapede yattığım yerden doğrularak "ben de tasarımcı arkadaşlar ile konuşuyorum" dedim.
İşte Spontane böyle doğdu,
çünkü köşe başında gerçekten "spontane" oldu!
İlk ikisini Çeşme'de Alaçatı-Alavya Otel'de
tasarım şenliği olarak düzenlediğimiz Spontane'de aslında
amacımız hep konseptler ile hareket etmekti.
Bu doÄŸal olarak ÅŸekilleniyordu.
Blogu takip edenler yıllardır tasarımcıları takip ettiğimi bilir.
Galata'da ilk yeşermeye başladığı günlerden,
daha mütevazi tasarımcıların Bebek'teki standlarına,
2010'da Çeşme Marina'da gerçekleşen "Moda Kumpanyası"na...
ve gittikçe sayıları artan tüm tasarım pazarlarına...
Sonra yıllar geçtikçe bir şeyler değişti...
Hilton'u bıraktım, kariyeri çöpe attım,
kendimi önce aile işine, sonra home-office e attım.
Bir de o sırada Lal'i dünyaya attım.
Tamam ona attım denmez de kafiyeyi severim.
Annelik ve öncesinin,
Kişisel gelişim kitaplarını mesleğim gereği hep okurdum
ama biraz daha ruhaniye kaçtım.
Meditasyon ile ilgili okudum, uygulamadım.
Yoga'nın anatomisi kitabına baktım, Kundalini yaptım.
Yemek yemeyi bırakamadım, ardındaki psikolojiye daldım.
GDOlulara sardım, organiklere taktım,
yine Burger yedim, bu sefer bir kere de 2 tane yedim.
Aromaterapiye daldım, SCIO'ya bağlandım.
Yemek konusunda hep başarısızdım,
aburcuburu sinirle abarttım,
sağlıklı atıştırmalık yapanı aradım buldum...
Vırvırvır...
Çocuklar için tasarımlar, organik ürünler,
çocukluğumuzu şekillendiren yelken,
akıllı oyunlar...
Lal ile yaptığımız DIY'ler.
...
Afferin Çağrı,
Aylarca yazma sonra biyografi yaz,
tarih yaz, monolog yaz!
İşte bunları parça parça oldukça, yaşadıkça,
yaptıkça yazacaktım ama
ben de böyleyim.
Bu da tarihe not olarak burada dursun.
Şimdi yazıma fotoraf bulmam gerekiyor.
Kim bilir ilk Spontane'nin fotoları nerede?
Pofff
Evet ya, hep bu fotoğraf derdinden yazamıyorum!
(Yine suçlu buldu)
Hakkımda
Ben bu bloğu kötü emellerim için kullanıyorum; Derdimi dinler misin sayfaları, Hatırlamıyorum kayıt tutar mısın arşivi, O gün ne olmuştu günlüğü, Neydim ne oldum ansiklopedisi, Uydurduğum kelimelere TDK yetmiyor sözlüğü, Bir fikrim var patent enstitüsü, DIYdığım zamanlar oluyor TV programı...

Hala Blog Okuyor Musunuz?
EN ÇOK OKUNANLAR
-
2010'dan beri Tüm dünyayı konuşturan Flat Belly Diet nam-ı diğer Düz Bir Karın İnce Bir Bel 'i duymayan var mı? Pr...
-
Bu ay Doorstepping, 4. senesine giriyor o_O Hem daha yeni başlamış gibi, hem yıllardır benimle varmış gibi... Tuhaf bir his! ...
-
Sadeleşmeye çalışma serüvenimi biliyorsunuzdur. Şimdi tekrar kafa ütülemeyeyim. Ütüle ütüle! derseniz, bu link o yazıya ait; sadelik ...
-
2 seneden beri, evdeki eşya kalabalığı üstüme üstüme gelmeye başladı. Benim ıvır zıvırlarım, Lal'in eşyaları... Ahmet minimal yaşad...
-
Loreathan 'dan 2010 model MİM geldi. 2010'dan beklentilerim; Öncelikle SAĞLIK; İşyerimiz İzmir'i çevre ilçelere bağlayan ve...
-
Sizi bilmem ama ben bunlar ile oynadığımı çok net hatırlıyorum. Özellikle şu kırmızı mayolu, mavi gözlü olan anılarıma bile gitmedi. Şurada ...